Sayın H. Kaan Canan’ın Şerh’te yayınlanan “Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı Türkiye’de Hukuku Dönüştürebilir Mi?” başlıklı makalesi[1], hukukçuların hazırlanmaları gereken yeni (ve şimdilik son) sınavın hukuk eğitim sistemimizi dönüştürme potansiyelini ele alıyor. Makale “…Fakat nitelikli, iyi kurgulanmış bir sınav ise tam tersine, kendi haline bırakılsa belki on yıllar sürecek olan hukuk eğitimindeki ve uygulamasındaki ‘iyileşme’ sürecini hayal edilemeyecek şekilde hızlandırabilir.” çıkarımıyla da sınavın dönüştürücü gücüne inançla sona eriyor. Ancak ben, yazarla aynı inancı paylaşamıyorum. Bu yazıda, Sayın Canan’ın düşüncesini baş aşağı ederek Türkiye’de ancak hukuk (ve hukuk eğitimi) dönüşürse, Sayın Canan’ın görmeyi umduğu “nitelikli, iyi kurgulanmış bir sınav” görebileceğimiz düşüncesini savunacağım.
Esasında Sayın Canan’ın makalesinde de Türkiye’de hukuk eğitiminin esas sorununun ne olduğu üzerinde duruluyor. Sorun, Canan’ın da ifade ettiği üzere, “…bu fakülte enflasyonundan kaynaklanan fazlalık.” Yükseköğretim Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’de an itibariyle 84 hukuk fakültesi var.[2] 2023 YKS verilerine göre geçen sene, bu hukuk fakültelerine toplam 14.924 öğrenci kesin kayıt yaptırmış. Canan’ın da makalesinde bahsettiği, artarak devam eden hukuk mezunu sayısının azaltılabilmesi için öncelikle bu fakülte enflasyonundan kaynaklanan fazlalığa çözüm bulunması gerekmektedir. Hukuk eğitimi sistemimizde yeni hukuk fakültelerinin açılmasına gerek olmadığı gibi mevcut fakültelerdeki kontenjanların azaltılması elzemdir. Aksi takdirde, mezun olan öğrencilere uygulanacak olan Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı, sınavı ilk seferde geçemeyenleri bir sonraki sınava kadar ağırlayacak bir durak olmaktan fazla bir işlev gösteremeyecektir.[3]
2023 yılı itibarıyla kesin kaydını yaptırarak hukuk fakültelerinde öğrenci olan 14.924 öğrenciye nitelikli eğitim verebilecek akademik kadroların mevcudiyeti de sorgulanmalıdır. Hukuk eğitimi, kendisini sosyal bilimler alanından soyutladığı ölçüde içine kapanmış, güncel eğitim metotlarını takip etmeyen ve bunu “hukuk eğitiminin kendine has özellikleri” şeklinde bir argümanla sunan durağan kurumlara dönüşme tehlikesi altındadır. Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı, mevcut yapıda bu sorunlara çözüm getirebilecek bir yapıda değildir. Hukuk fakültelerinde ve genel olarak hukuk eğitiminde bir reform yapılması zorunludur. Ancak bu reform gerçekleştirildiği takdirde eğitimin son adımı olacak olan sınav, nitelikli bir değerlendirme aracı vasfına kavuşabilecektir.
Burada hukuk eğitimine ilişki kapsamlı bir reform önerisi sunmak ne mümkün ne de doğru. Fakat ilk bakışta herkesin görebileceği noktalara temas etmekte fayda olduğu kanaatindeyim. Mevcut yapıda akademik kadrolar, her sene gelen öğrencilere yeterli eğitimi verebilecek derecede, sayıca kendilerini yenileyememektedir. Öğrenci kontenjanlarının düşürülerek akademisyen sayısının artırılması hukuk eğitiminin kalitesini artırabilir. Bu noktada, hukuk fakültelerinde şube esasına geçilerek sınıflardaki öğrenci sayısının daha da azaltılması, öğrenci-akademisyen ilişkisinin daha sağlıklı kurulabilmesi açısından fayda sağlayacaktır.
Sayın Canan’ın haklı olarak belirttiği üzere hukukçunun işi, hukuki bilgisini problemli, açık olmayan durumlara uygulamaktır. Hukuk eğitimimiz bu beceriyi öğrencilere kazandıramıyorsa, başarısız oluyor demektir. Bu becerinin, nitelikli ve iyi kurgulanmış bir sınavla kazandırılması ise pek mümkün değildir. Aksine yapılması gereken, dört senelik eğitim boyunca öğrenciye bu becerinin kazandırılması, ardından bu beceriyi ölçecek nitelikte ve iyi kurgulanmış bir sınava girilmesidir. Fakültelerin bunu yapabilmesi için atılması gereken birkaç adım olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle temel hukuk derslerini ve metodolojiyi içerecek bir “hazırlık senesinin” getirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Dört senelik lise eğitimi boyunca hazırlandığı bir test sınavının ardından hukuk fakültesini kazanan öğrenci, öncelikle metodoloji ve temel hukuk bilgisi aracılığıyla üniversite eğitimine adeta “ısındırılmalıdır”. Öğrenci, bu hazırlık sürecinin ardından hukuk eğitimine başlamalıdır. Böylece, meslek hayatında ihtiyaç duyacağı mantık, yorum metotları ve gerekçelendirme gibi araçları, hukuk eğitimi esnasında da kullanabilecektir.
Teorik eğitiminin yanında hukuk öğrencisinin pratik eğitimi de önem arz etmektedir. Gerçek hayatta karşılaşacağı hukuki meselelerin okuduğu kitaplarda, kanunlarda vs. gördüğü kadar saf olmadığını mezun olmadan tecrübe eden bir öğrencinin hukuka yaklaşımı da farklı olacaktır. Fakülte-mahkeme işbirliğinin sağlandığı, yaz stajlarının planlandığı bir sistemde öğrenci, daha fazla gündelik hukuk meseleleriyle karşılaşacak; böylece kendisinden beklenen beceriyi geliştirme imkanı doğacaktır. Fakültedeki eğitimi süresince bu meziyeti kazanacak şekilde yetiştirildikten sonra da bu meziyetlerini ölçebilecek nitelikte ve iyi kurgulanmış bir sınava girecek, meslek hayatına atılacaktır. O halde yapılması gereken, sınavın niteliğinden önce, hukuk eğitimini niteliği üzerine tartışmak, bu uğurda adımlar atmaktır.
Mevcut yapıda yapılagelen sınavlar düşünüldüğünde, Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı’nın Türkiye’deki hukuku dönüştürebileceği düşüncesine umutla bakamıyorum. Kanaatimce, hukuk eğitimimizdeki problemler, bir sınavın düzeltemeyeceği kadar köklerde bulunuyor. Ancak Sayın Canan’ın daha fazla sese, tartışmaya ve çok katılımlı bir planlama sürecine ihtiyacımız olduğuna yönelik tespitine katılıyorum. Bu çalışmada naçizane amaçladığım da tartışmada yeni bir ses olmak. Böylece ne hukuk eğitiminde olmasını umduğumuz iyileşmeyi kendi haline bırakmış oluruz ne de bir test sınavına olması gerekenden büyük bir misyon yüklemiş oluruz.
